Tuesday, December 10, 2013

East London


Basel'in Londra'ya 1 saat 20 dakika mesafede olması ne güzel! Basel'de Efe'yi bırakabileceğimiz arkadaşlarımızın olması daha da güzel :)
İşte bu sayede,  cuma sabahı her zamanki rutiniyle başlayan günüm, Borough Market'deki bir ispanyol restoranında 3 bira ve çeşit çeşit tapas eşliğinde çakır keyif bir sohbetle son buluyor. Daha sonra en iyi yemeğimiz diyeceğimiz bu restoranın adı Brindisa. Biz barda yediğimiz için hem garsonlarla sohbet edip tavsiyelerini dinledik( yeşil zeytin neydi ööle) hem de mutfağı seyre dalıp ne güzel şeyler yaptıklarını seyrettik.
Southwark'daki (doğru telaffuz edene ödül var) odamızdan Borough Markete 10 dakka


Sibel arkadaşımızla da güzel bir denk getirme sonucu birlikteyiz. İlk günün hedefi East London'ı keşfetmek.  Southwark ile East London'ı  ''London Bridge'' bağlıyor. Thames üstündeki ilk köprü! Orjinal halini görünce şimdiki köprü çok beton ve düz malesef.

Buralar sokak sanatının yaşadığı mekanlarmış. Banksy, Damien Hirst, Tracey Emin gibi abilerin ablaların yeşerdiği mekanlarmış. Her gün yeni bir yerin açıldığı, eskilerin kıymetlendiği mekanlarmış. Tabii ki hangi sokaklarda yürünecek, hangi kahvede dinlenilecek, handi dükkanlara bakılacak türünden ufak bir liste de var cebimde ama süprizlere yer bırakarak:) Nitekim listemdeki kahveci dolu olduğundan gözümüze kestirdiğimiz başka bi yerde oturduk ve de üçümüz de kahveyi çok beğendik. Tamam tamam adını veriyorum: Allpress Espresso. Bu arada biz kahve içerken insanlar çok güzel kahvaltı yapıyordu, kayısı kıvamında rafadan yumurta çok fena aklımda kaldı.

Kafesin arkasındalar diye çok rahatsın Fırat Bey

Herkesin kendine göre bir duvarı var!

Sibel şapkala kendini

Shoreditch High Street, Redchurch Street, Rivington Street, Brick Lane'de yürürseniz bol bol  graffiti, butik dükkanlar, tişört, takı, hediyelik satan marketler görebilirsiniz. Çok modern sanat, çok absürd eser görmek isterseniz bizim gibi Whitechapel galerisine uğrarsınız olur biter. Sibel'le bazı salonlarını gezerken ' ay ay ay' sesleri çıkarttığımızı farkedip kendimize güldük:)

 Bu bölge eskiden gayet fakirmiş, Bangladeş göçmenlerinin barındığı yerlermiş. Hala sokak tabelaları çift dilli.

Brick Lane'de yürürken üstünde TRUMAN yazan bacasını görüp bu ne ki diye düşündüğmüz şey meğer eskiden bira fabrikasıymış. 19. yüzyüla kadar en büyük bira üretim merzlerinden biriymiş.Akşam bambaşka bir yerde menüde isimlerini gezdiğimiz sokaklardan almış biraları görünce bayağı şaşırdık. Sonradan öğrendim ki Truman tekrar bira işine geri dönmüş :)

View of the Old Truman Brewery chimney from Brick Lane

Brick Lane Bookshop minik sevimli bir kitapçı. Orda bir kitap gördüm, çok hoşuma gitti aldım.
Hoxton Mini Press yayınlarının bir kitabı. Kurucularından olan aynı zamanda kitaptaki fotoğrafları da çeken Martin Usborne bu adamı yolda görüyor ve  86 yaşında sade küçük tanınmamış bir adamın hayatla ilgili düşündükleri fotoğraflarla birlikte kitaba dönüşüyor. Bir de tabii vazgeçemediğim bez çantalardan bir adet aldım.

I've Lived in East London for 86 ½ Years
www.hoxtonminipress.com

Geziyoruz:
Çikolata neşesi

Yeşik şapka istiyodu, karşımıza çıktı :)



Banksy'nin graffitisinin peşine düştük ama silmişler. Kahvaltısıyla ünlü The Breakfast Club'da çay içip ısındık.
Sokak sanatını sokakta bırakıp modern dansın merkezi Sadler's Wells'e doğru yol alıyoruz.Matthew Bourne's Swan Lake'i seyredeceğiz. Billy Eliot'ın özellikle son sahnesinden çok etkilenmiştim. Billy büyük bir balet olmuştur. Kulisten sahneye doğru yürür ve  esas kuğu olarak sahneye çıkışı tüylerimi ürpertir. İşte Matthew'ün baletlerinin de kostüm ve makyajı aynı olunca kim kimden etkilenmiş acaba diye sorduk birbirimize. Bölük pörçük bildiğimiz hikayesi üstüne modern yorumunu seyredince kafalar iyice karıştı ve meraklandı. Sibelim şimdi yazarken öğrendim ki Matthew Bourne 1995'den beri bu gösteriyi yapıyor, Billy Eliot 2000 yapımı. Müzikleri orkestra tarafından canlı çalındı. Kuğular harika dans ettiler, kareografi, sahne dekorasyonu, ışık hepsi büyüleyiciydi.
Ben kuğuya kuğu demem kuğu benim olmadıkça!
O gece rüyamda kuğular yerine Füsun ve Sinem'i görmem neye alamet bilemem ama güzel uyumuşum.
Sabah Muriel sana geliyorum kahvaltıya mutluluğuyla uyandım. O yumurtaları veren tavukları gidip öpesim geliyor her seferinde. O kadar lezzetli yani. Yine kuyruk bekledik ama yine değdi.

Saatler Muriel'i gösterirken
 Sibel erken ayrılacağı için South Kensington' dan King's Road'a doğru yürümeye karar veriyoruz.Saatchi Gallery'de baya absürd pardon modern sergilere rastgeldik.
Siyah teyze beni yeme



Arkada Saatchi Gallery: Fırat arkadaki kuşlara ekler atarak büyük bir kaos yarattı az önce.Neymiş efendim az önce gördüğü bir eserden etkilenmiş!
King's Road alışveriş için kalabalık olmayan ama GAP gibi mağazaları da bulabileceğin güzel bir cadde. Efe'ye 2 polar alıp Sibel'den ayrılıyoruz. Biz de metroya atlayıp, Marylebone taraflarına gittik. Golden Hind denen bir fish and chipsçi ararken Marylebone Lane sokağının ne kadar uzun ve güzel olduğunu gördük. Restoranı bulduğumuzda kapanmış, yerler yıkanıyor ve etraf balık kokuyordu. Burayı bir sonraki London listesine koyup, Brule'nin kahve içtiği Blandfords Cafe için yürümeye devam ettik. Meğer Baker Street'e çok yakınmış. Mekan sade, küçük, duvarlarında satılık tabloların bulunduğu italyan bir aile lokantası. biz de tiyatro öncesi patlıcanlı makarnayı paylaşalım bari dedik. İyi ki de demişiz. Teşekkürler Brule :)
Antonio Colli'nin kırmızı dudaklı kızı 2500 pound!

Bugünün etkinliği New York'da tanışıp tadına doyamadığımız 'Punchdrunk' grubunun 'The Drowned Man' adlı oyunu ya da tiyatro deneyimi. Bu sefer biz olaya yabancı değildik.Ama tabii oyun farklı olduğu için yine allak bullak bir deneyim yaşadık.Anlatmıyorum ve ısrarla gidin diyorum.

East London'da başladık orda bitirelim değil mi! Son akşam yemeği için adres: Tramshed. Restoranın tam ortasında havada bir akvaryumun içinde Damien Hirst'in  ineği ve horozu var. Buna mütekabil etleri ve tavuğu meşhur! Biz de çok güzel açız.Sürreal bir ortamda son akşam yemeğini yiyoruz. Sibel sen de git buraya.

Fırat'ın garsonla sosyalleşmesi: 1-Is this real, was it real :)?
2- Are there any vegetarians working here?

Yemekten sonra yürüken karşımıza çıkan bu graffitiyi nerden biliyoruz dedik ve sonra anlayınca sokak sanatının galeriler içindeki çerçeveli sanatla ve onun sahipleriyle nasıl güzel dalga geçtiğini gördük.
 I love East London :)
Rivington Street'te köşede bir tilkiyle karşılaşırsanız şaşırmayın
Charles Saatchi ve karısı. Gerçek fotoyu bulabilirsiniz!

  Şimdi sizleri Punchdrunk'ın oyununda çalan bir şarkıyla başbaşa bırakıyorum. Fırat'a bu şarkıyı bulduğu için teşekkürler.




 







5 comments:

  1. This comment has been removed by the author.

    ReplyDelete
  2. ahan da Greta ablamin olayi:

    http://www.youtube.com/watch?v=Kod7OWpnkIA

    ReplyDelete
  3. edim ne güsel yazıyorsun gezi yazılarını:)
    bizim london gezimizi de yazaydın istedim bu yazıyı okurken...
    london ne bereketli yer, siz de tadını çıkarmışsınız...o duvarlara ve mankenlerine bayıldım...
    sırf şu bir türlü anlatmadığın punchdrunk'ı görmek için, london veya new york'a gideceğim:) hah ha, vay be, dedim mi dedim!
    şu sürreal yemek ortamını de pek merak ettim!
    damien abi gene çıkmış ortaya...
    sokaktaki ayrıntıları ne tatlı yakalamışsın...
    defne ressam olsun, resim güseldi ama 2500 pound eder miydi yaw?
    o kuşları birbirine düşüren eser neydi fıradım?;)
    edim, sinemle bizi nası gördün rüyanda? bizi kuğu gölündeki balerinler gibi hayal ettim de bayaa güldüm:))

    ReplyDelete
    Replies
    1. fütun'um üstteki linkime bakiniz ya da feys'deki benim postuma.

      ayrica balerin yoktu, balet vardi :)

      Delete
  4. Ya seninle gittiğimiz ve Fırat'ın süpriz Londra yazıya dökülemedi. Farkındayım ve üzülüyorum. Belki fotolar elime geçerse gaza gelebilirim, sahi kim çekmişti o tailin fotolarını?

    ReplyDelete