Wednesday, December 11, 2019

London Aralık 2019

Fir'la haftasonu icin geldigimiz Londra'dan bir sürü sey yasayip, görerek ve bilgilenerek döndüm. Ucakdaki High Life dergisini okurken bile listeme bikac ekleme yaptim. 

Ilk gün iner inmez artik bir klasik haline gelen tkts'ye ugrayip bilet alip kendimizi ac ve susuz olarak Porcupine isimli pub'a attik. Ben klasik etli pie ve cider aldim. Cook güzeldi. Aksam tiyatroya kadar Piccadilly, Soho, New Bond civarinda dolandik. Hele bi sokakta tam dumur olduk. Butik kiyafet magazalari ve hemen altinda caz club edasinda imalathanelerde  super cool terziler. Lordlar, Sirler buralardan giyiniyo sanirim. Lou Vuittonlarin da kesmedigi bi kesim var burda:)
Porcupine'de mutlulugum
Neyse biz dönelim kültür sanata. Oyun cok sevdigim Wyndam Theatre'da. The Man in the White Suit adli oyun komedi tarzinda. Son 2 oyun. Basroldeki adam cok tatli. Danslari ve dekor degisimlerini cok sevdim. Bu arada bu tiyatro salonundaki en son siranin yani R sirasinin hafif yüksekte oldugunu bi kenara yazdim.
Wyndam Theatre
Cikista kafaya daha onceden koydugumuz, Cin mahallesindeki dumplingciye gittik. Az bekledikten sonra oturduk. Garsonlar biraz leyla ve somurtuk olsa da yemekler sahane. Hemen yaziyorum: Beijing Dumpling (23 Lisle St.)

Ertesi gün Atakan ve Rengin'le Soho'daki Nopi isimli yerde kahvalti ettik. Sordough ekmek 10 üzerinden 6 aldi benden. Ortam sakin ve hostu. Biraz yürüyüp Leto denen tatlicida kahve tatli yaptik. Tatli sevenler icin cennet ama ben kahvesini daha cok sevdim.

Tatli sonrasi yavas yavas nehir kenarindan yürüdük. National Theatre binasinin önünden gecerken, disardan niye bu kadar cirkin bu bina dedim. atakan da icinin cok guzel oldugunu, dinlenme alanlarinin rahat ve sessiz oldugunu söyledi. Gercekten de icerde kimse kimseye karismiyor. Burdaki oyunlara da bi goz atip, almadan ciktik.

Bu aksam reservasyonsuz 😁olarak Netflixde seyrettigimiz hint ablanin yerinde (Darjeeling Express) sansimizi deniycez. 6'da gelin dedi. Biz gittigimizde coktan insanlar siraya girmisti. Onumuzdeki 2 kisiye kadar aldilar iceri ve biz uzgun uzgun ciktik ordan. 5.45 gibi gitmek lazim:) Bu aksam Bill's'de yedik. Tavuk isini biliyo bu Britler:)
Bu aksam icin tiyatro plani yapmayalim da sööle bir caz dinleyelim dedik ama daha sonra cumartesi aksami bunun o kadar da kolay olmadigini gorduk. 

Bu gece sadece hintten reddedilmedik. Yaklasik 40 dakika kuyrukta bekledikten sonra istedigimiz caz barin da (Nightjar)  kapilari suratimiza kapandi. Burdaki sanssizligimiz da once Camden'a gidip, orda oyalanip buraya gelmek oldu. Ne yapalim bu sefer olmadi. Cok yürüdük cok yorulduk ve Sevim'le biseyler icip evimize donduk. Bir sonraki sefer Dalston ve Islington civarini kesfedecem. 

Son güne evin yakinindaki Gails'de kahvalti ile basladik. Cok iyiydi. En guzeli de kuyruk yoktu. Ekmek eksi maya kokuyordu. 10 uzerinden 8.
Piccadily Line ile Fortnum Mason'a gittik. Benim istedigim cay fincanlarinin fiyatini gorunce gülümsedim. Hatchards'dan 2 kitap aldim. Biri R. Carver "Will you please be quiet, please?" Kitabin isminin güzelligine bakin:) Penguen kitabevinin super bir serisini kesfettik: Great Ideas. 100 kitaplik bir seri ve cesitli yazarlardan derlemeler yapilmis. Ben Fir'a  G. Orwell'in "Why I Write" kitabini aldim.

Fir yakinlarda bi cafe  buldu, adi Bafta. Iceri girince Bafta heykeli karsiliyor, icerde sergi gibi filmlerden maskeler, goruntuler.Ulen dedik burasi gercek Bafta ile ilgili bi yer mi ne? Meger Bafta'nin merkeziymis :) Unlu goremedik ama. 

New/Old Bond street civari dolanip, en lüks markalarin yilbasi vitrinlerini, önlerinde foto ceken instagram cilginlarini seyrettik. Galerilerin oldugu sokakta, kapida bekleyen güvenlik görevlilerinin nazik davetiyle iceriye girip gezdik. Baya baya Picasso, Warhol filan satiliyo önünde. Bir de ilk defa Sothebys'in icine girdik. Ve anladik ki acik arttirmaya katilabiliyorsun. Tarih denk getirirsek neden olmasin. Sirf resim degil, mücevher ve sarap icin de acik arttirma var. 
Bi mola icin durdugumuz yeni nesil pubi da begendik: Bonds( 11 Dering St, Mayfair)

Aksam yemegini G. Orwell'in evinin orda takildigi pubda (The Compton Arms) yiyelim plani yapinca biraz zamanimiz sikisik da olsa denemeye karar verdik. Hava da kararinca Islington tarafini gezemeden ve pubda yiyecek servisi 4'de bittiginden gittigimizle kaldik. Ver elini Sadlers Wells taraflari. Orada bir Thai rest.( Banyan Tree) yedik. 

Matthew Bourne'den The Red Shoes'u izleyecegiz.  Konuyu cok bilmeyerek girdim. Ama cok etkileyici bir sahne tasarimi ve müzikler. Ah müzikler müthsti ve canli caldilar. Balerin abla da sahaneydi, cok güzeldi. Daha sonra okuyup ögrendiklerimi de yazayim:
Cordelia Braithware

- Müzikler:Bernard Herrmann bestelerinden. Kendisi ayrica Hitchcock filmlerinin cogunun müzigini de yapmis.  https://en.wikipedia.org/wiki/Bernard_Herrmann
- Bas balerin: Cordelia  Braithwate. 23 yasinda muthis zarif bir hatun. Kylie Minogue'a benzettim. Basrolü münavebeli oynuyorlar. Posterdeki kiz(Ashley Shaw) diger balerin ve daha ünlü sanirim. Bicimki daha güzel :) Cordelia'nin acikli bir hikayesi var. Zira sevgilisi ki yine bas erkek danscilardan gecen yaz motor kazasinda ölmüs. Müthis dans etti, tüylerimin ürperdigi sahneler oldu.
- Matthew Bourne: Swan Lake ile kalbime kazindi. Onun üstüne bir dans seyretmedim henüz. Olivier 2019'da "Special Award" aldi. Gay ve partneri Arthur Pita da ünlü bir kareograf. Konusmasinda Ona da cok güzel tesekkür ediyor. https://youtu.be/jdTYVtnMX2w Seviyorum seni Matthew.
- The Red Shoes: Hans Christian Andersen masali 1948'de film olmus. Filmini de bulup seyretmek isterim.

Son gün Fir erken gidince ben tek takildim. Muriels'de kahvalti, Kings Road'da yürüyüs, Sloane Square'de Royal Court Theatre'in cafesini kesfedis (https://royalcourttheatre.com/your-visit/bar/) , hep gördügüm Franco Manca'da pizza ve sarap ve Heathrow...

No comments:

Post a Comment